İçinde büyüyen öfkeyi hissediyorsun. Bu adam senin hayatını elinden aldı! Sırf kıskançlık ve yanlış anlaşılma yüzünden. Ve şimdi burada, pişmanlık gözyaşları döküyor.
Fiziksel olarak ona dokunamadığını biliyorsun, ama ruhsal varlığın güçleniyor. Çevrende, rüzgâr aniden şiddetleniyor. Ağaç dalları sallanıyor, yapraklar havaya savrularak Ozan'ın etrafında bir kasırga oluşturuyor.
Ozan korkuyla yerinden fırlıyor. "Bu da ne?" diye bağırıyor, etrafındaki anormal hava olayından ürkmüş durumda.
Öfken, doğal dünyayı etkileyebilme gücünü artırıyor. Taşlar titreşiyor, küçük çakıllar havaya kalkıyor. Ozan, paniğe kapılmış halde, tepenin kenarına doğru geriliyor.
"Asya?" diyor titrek bir sesle. "Sen misin? Lütfen... Çok üzgünüm!"
Ama senin öfken dinlenecek gibi değil. Ozan'ı cezalandırmak istiyorsun. Rüzgâr daha da şiddetleniyor, küçük dallar koparak uçuşuyor. Ozan, tepenin kenarına iyice yaklaşıyor. Bir adım daha geriye atarsa, uçurumdan düşebilir.
"Lütfen Asya, dur!" diye bağırıyor. "Biliyorum beni asla affedemezsin. Ama inan bana, yaptığım şeyin cezasını çekeceğim. Polise teslim olacağım, hak ettiğim cezayı alacağım!"
Bir an duraksıyorsun. Onun ölmesini mi istiyorsun? Bu, seni ondan farklı kılmaz mı? Sen de bir katil olmuş olmaz mısın?
Düşüncelerin karışırken, rüzgâr biraz hafifliyor. Ozan derin bir nefes alıyor ve tepenin kenarından uzaklaşıyor.
"Teşekkür ederim," diyor soluk soluğa. "Anlıyorum. Affedilmeyi hak etmiyorum. Ama söz veriyorum, adaletin yerini bulması için elimden geleni yapacağım."
Ne yaparsın?
← Geri Dön